AKKA ÖNLERİNDE
Töton Şövalyesi Haçı |
Her ne kadar Töton Şövalyeleri savaş alanındaki maharetleriyle ünlendilerse de, kuruluşları haçlı askerlerinin savaşamaması nedeniyle olmuştur. 1190 yılında haçlı askerlerince kuşatılmış olan Akka kalesinin önüneki Hıristiyan askerler savaşarak değil, hastalanarak ölmeye başlayınca Lübeck ve Bremen'li orta sınıf Alman haçlıları bölgede bir hastane kurma kararı aldı zira Alman askerler bölgede konuşulan dillerden ne Fransızca'yı biliyorlardı ne de Arapça'yı, bu nedenle dertlerini anlatacak bir doktor bulamıyorlardı. Hastane Alman haçlıların gemilerinden getirdiği yelken bezlerinden oluşan büyük bir çadırdı. Akka'nın haçlılar tarafından ele geçirilmesinden sonra hastane kalıcı olarak surların öte tarafına, kalenin içine taşındı.
VI. Heinrich (solda) |
PAPADAN İMTİYAZIN ALINMASI
1197'de başka bir Alman haçlı birliği kutsal topraklara ayak bastığında tam anlamıyla fonksiyonel bir örgütle karşılaştılar. Tarikat sadece hasta ve yaralılara bakmakla kalmıyor, bölgeye yeni gelen Almanlara yatacak yer ve gerekli maddi desteği de sağlıyordu. Bu askerler tarikata katıldıkça tarikatın kimliği de değişmeye başladı. Tarikat üyeleri seferler sırasında daha da dindar oldukları kadar kılıç kullanmakta da kendilerini geliştirmişlerdi. Bu değişim, tarikatın Hosptialierler ve Tapınakçılar gibi askeri bir nitelik kazanması anlamına gelecekti.
Bu dönemde haçlıların elinde bulunan kara şeridi sıra halindeki kalelerle korunuyordu. Ancak bu kalelerdeki garnizonlar sayıca yetersizdiler. Kalelerde kendi kendilerine yetebilen şövalyelerin etkili bir savunma için çok azdı. İtalyanlar da denizlerde devriye gezmek ve limanlara konuşlanmakla meşguldü. Bunun sonucu olarak kalelerin savunmasını üstlenmek bölgedeki Hospitialier ve Tapınakçılara düştü. Bu tarikatların savaşçıları nitelikleriyle çoktan bölgeye nam salmış olsa da böyle bir görevi üstlenecek niceliğe sahip değildiler. Kaldı ki iki tarikatın birbiriyle olan husumeti sefere zarar veriyordu. 1197'de bölgeye gelmiş olan Alman tarikatçılar işte tam da bu ortamda şifacı tarikatlarının tampon bölgelerdeki kalelerin savunmasında görev alabileceği fikrini ortaya attılar. Bir yıl sonra 1198'de Papa III. Celestine imzaladığı imtiyaz metni ile Töton Şövalyelerini askeri bir kimliğe büründürdü.
Papa III. Celestine |
Bu noktadan sonra tarikatın üyeleri "şövalyeler" ve "ruhban sınıfı" olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştır. Şövalyelerin asil kan taşımaları zorunluydu ve üç bölümlü keşiş yeminine ek olarak hastalarla ilgilenecekleri ve din düşmanlarıyla savaşacaklarına dair dördüncü bir yemin etmek zorundaydılar. Elbiseleri siyahtı ve bunun üzerine, sol omzunun üstünde siyah bir haç olan beyaz bir pelerin giyerlerdi. Ruhban sınıfı mensuplarının asil kan taşımasına gerek yoktu. Görevleri tarikat üyelerine kiliselerde, hastahanelerde ve savaş alanında yardım etmekti.
TARİKAT KURALLARI ve ÖRFÜ
Tarikatın kuralları az ve özdü. Aynı yatakhanelerde yatarlar, aynı yemekhanede yemek yerlerdi. Günlük kilise görevlerini yerine getirmek zorundaydılar. Tarikatçılar rahibelerin bulunduğu bölüme giremezler ve üstlerinin izni olmaksızın mektup alıp veremezlerdi. Bütün üyeler fakirlik, namus ve itaat yeminleri ederdi. Bütün değerli madenler, mücevherler ve parlak renkli eşyalar yasaklanmıştı. Keşişler görev kıyafetlerini ve silahlarını ayrı tutsalar da her şey ortak mülktü; tarikata adım attıkları anda kişisel eşyalarını kaybederlerdi. Hastane ile ilgili görevler ayrı bir kolun gelişmesine neden oldu. Bu branştakiler belirli saatlerde nöbetleşe çalışırlardı. Üstlerinde keşişlerin giydiği kıyafetlerle aynı renkte kıyafet ve buna ek olarak "Haç Şövalyeleri" ismini almalarına neden olacak olan üzerinde siyah bir haç işlemesi olan kolsuz mantolar giyerlerdi.
Her ne kadar rahipler, hastane görevlileri ve kadın hemşireler de bulunsa da tarikat artık askeri bir oluşumdu. Şövalye olarak tarikata katılacak olanlar kendi zırhlarını, silahlarını ve atlarını kendileri getirmek zorundaydı. Bunun nedeni şövalyenin silahı ve zırhlıyla rahat, atlarıyla da anlaşabilir olmasının gerekmesiydi. Bu parçalarda da paha belirtisi olacak değerli madenler ve taşların yanı sıra parlak renkler yasaklanmıştı. Savaş alanında her şövalyenin 3 veya 4 atı ve yine bir tarikat üyesi olan silahtarı bulunurdu. Bununla beraber her şövalye yanında 10 savaşçıyla beraber savaşırdı. Bu savaşçıların bir diğer yükümlülüğü de şövalyenin yedek atlarını yakında bulundurmaktı.
Şövalyelere kendilerini savaşa hazır tutmaları ve bulundukları bölgeyi tanımaları için avlanma izni verilmişti (papalığa bağlı kurumlarda ender görülen bir izindir). Ayrıca Almanların kendi vatanlarında bolca avlanma şansı buluyor olması, onları bu uğraşıdan mahrum bırakmayı zorlaştıran bir etmendi.
Şövalyelerin herhangi bir kadınla beraber olmasına ise izin yoktu. Evlilik törenlerine ve kutlamalarına katılmaları, kadınların bulunduğu ortamda eğlenmeleri, özellikle genç kadınlar olmak üzere herhangi bir kadınla konuşmaları, anneleri ve kız kardeşleri dahil bir kadını öpmeleri yasaktı. Bu yasaklara uymayanlara çok farklı cezalar verilebiliyordu. Ortalama olarak suçlulara bir yıl boyunca hizmetlilerle beraber yatma, haftanın üç günü ekmek ve sudan başka bir şeyle beslenememe ve şövalyelerin ayrıcalıklarından yararlanamama gibi cezalar veriliyordu. Daha ağır suçlarda işin içine zindan ve çelik giriyordu. Yine de cezasını çeken şövalye görevine geri dönebilirdi. Yalnızca üç suçun affı yoktu: korkaklık, kafirlerin üstüne gitmek ve oğlancılık. İlk iki suç tarikattan atılmakla, son suç ise ömür boyu hapis veya idamla cezalandırılırdı.
İlk dönem Töton Şövalyeleri |
Her ne kadar rahipler, hastane görevlileri ve kadın hemşireler de bulunsa da tarikat artık askeri bir oluşumdu. Şövalye olarak tarikata katılacak olanlar kendi zırhlarını, silahlarını ve atlarını kendileri getirmek zorundaydı. Bunun nedeni şövalyenin silahı ve zırhlıyla rahat, atlarıyla da anlaşabilir olmasının gerekmesiydi. Bu parçalarda da paha belirtisi olacak değerli madenler ve taşların yanı sıra parlak renkler yasaklanmıştı. Savaş alanında her şövalyenin 3 veya 4 atı ve yine bir tarikat üyesi olan silahtarı bulunurdu. Bununla beraber her şövalye yanında 10 savaşçıyla beraber savaşırdı. Bu savaşçıların bir diğer yükümlülüğü de şövalyenin yedek atlarını yakında bulundurmaktı.
Şövalyelere kendilerini savaşa hazır tutmaları ve bulundukları bölgeyi tanımaları için avlanma izni verilmişti (papalığa bağlı kurumlarda ender görülen bir izindir). Ayrıca Almanların kendi vatanlarında bolca avlanma şansı buluyor olması, onları bu uğraşıdan mahrum bırakmayı zorlaştıran bir etmendi.
Şövalyelerin herhangi bir kadınla beraber olmasına ise izin yoktu. Evlilik törenlerine ve kutlamalarına katılmaları, kadınların bulunduğu ortamda eğlenmeleri, özellikle genç kadınlar olmak üzere herhangi bir kadınla konuşmaları, anneleri ve kız kardeşleri dahil bir kadını öpmeleri yasaktı. Bu yasaklara uymayanlara çok farklı cezalar verilebiliyordu. Ortalama olarak suçlulara bir yıl boyunca hizmetlilerle beraber yatma, haftanın üç günü ekmek ve sudan başka bir şeyle beslenememe ve şövalyelerin ayrıcalıklarından yararlanamama gibi cezalar veriliyordu. Daha ağır suçlarda işin içine zindan ve çelik giriyordu. Yine de cezasını çeken şövalye görevine geri dönebilirdi. Yalnızca üç suçun affı yoktu: korkaklık, kafirlerin üstüne gitmek ve oğlancılık. İlk iki suç tarikattan atılmakla, son suç ise ömür boyu hapis veya idamla cezalandırılırdı.
ÖRGÜT HİYERARŞİSİ
Şemaya tıklayarak büyük halini görebilirsiniz. Kaynak: Wikipedia |
Generalkapitel (Genel Meclis) tarikat bünyesindeki bütün rahip, şövalye ve yarı-kardeşlerin bir araya gelmesinden oluşurdu ve işlevi Hochmeister'i (Büyük Usta) seçmekti. Hochmeister örgütün en tepesindeki kişidir ve ömür boyu seçilmiş olarak kalır, yine de emekli olma hakkı vardır. Bu kişi örgüt için bir müfettiş ve diplomat gibi çalışırdı. Tarikatın özellikle aktif olduğu bölgedeki ve bilinen dünyanın çoğu yerindeki önemli kişilerle buluşur ve görüşürdü. Bu kişiler arasında papa ve Kutsal Roma-Cermen İmparatoru da bulunuyordu.
Heinrich Walpot von Bassenheim, ilk büyük usta |
Büyük ustanın altında şu memurlar bulunurdu:
Ordenmarschall (Mareşal) savaş alanında Hochmeister'den sonra en yetkili üyeydi.
Großsplitter (Baştabip) tarikatın bütün hastane işlerinden sorumlu memurdu.
Großkomtur (Vekil) büyük ustanın yerine vekalet ederdi.
Ordenstrappier tarikattaki herkesin kıyafet ve silahlarının temininden sorumluydu.
Treßler (Hazinedar) tarikatın mal varlıklarından sorumluydu.
Bu üst yöneticiler dışında tarikatın etkinlik alanı arttıkça yeni yönetim kademeleri de ortaya çıktı. Bu kademelerin detaylı incelemesini bu yazıda yapmayacağım.
DİNİ YAŞAM
Askeri emirler dışında, tarikat potansiyel üyelerinden dini kurallara da tam itaat bekliyordu. İlk aşamalardan geçen potansiyel üyeye, aşağıdaki metin okunuyordu:
"Kardeşlik isteğini ve dileğini duydu ve bunları bilmek ister: Başka bir tarikata yemin ile bağlı mısın, bir kadınla nişanlı mısın, başka bir adamın kölesi misin, birine borcun veya tarikata etki edecek bir sözün var mı, sağlığın kötü mü? Bunlardan biri gerçekse ve itiraf etmiyorsan, zaman gelip gerçekler ortaya çıkınca kardeşlikten uzaklaştırılabilirsin"Buna karşılık kişinin şu andı içmesi gerekirdi:
Bedenimin namusuna, fakirliğe ve Tanrıya, Kutsal Meryem'e ve siz Töton Tarikatı Ustasına ve sizin ardıllarınıza tarikatın kural ve örfleri doğrultusunda ölünceye kadar bağlı kalacağıma yemin ederim.Görüldüğü üzere Töton tarikatı da diğer tarikatlarla benzer olarak, seküler olmayan bir yapıdadır. İnanışları katı ve esnemezdi. Doğru yolu seçmişlerdi ve şövalyeler de bu yolu takip ediyordu çünkü kader onlara başka bir yol göstermemişti. Başarı ve başarısızlık, zafer ve yenilgi aynı şeylerdi ve hepsi Tanrının elindeydi. Gurur savaş alanında yenilgi olarak geri dönerdi ama büyük planın durduramazdı. Görevleri kabullenmek ve itaat etmekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder