Ancak eli kılıç tutan, üstelik savurmasını bilen ve bunu da iyi yapan savaşçılar o yıllarda her yerde yetişmiyordu. Tarikat dünyanın her yerinde kendine iş bulabilirdi. Gereken tek şey Alman altınlarının tarikata sürekli olarak ulaşmasıydı. Buradaki çıkmazdan bir önceki yazıda bahsetmiştik. Alman prensliklerinin etrafında hiç kafir yoktu. Bu da tarikatın yabancı kralların emri altında çalışmasını zorunlu kılıyordu. Hal böyle olunca Almanlarda tam desteği alamamaları normal karşılanmalı.
Ama dediğim gibi, Ortaçağ demek kılıç ve yay demektir. Eğer hünerliyseniz her zaman paralı asker olabilirsiniz. Üstüne üstlük bir de geçmişi ve adetleri olan bir tarikatsanız...
HATALARDAN DERS ÇIKARMAK
I. Konrad, Mazovya Dükü |
İlk Leh ve Alman haçlı birlikleri Mazovya'ya 1219 yılında intikal etti. Ancak organizasyonun gelişmesi 1222 yılına kadar sürdü. Toplanan haçlı birliğinin asıl amacı saldırmaktan çok savunmaktı. Planları Chelmno bölgesinde güçlü bir savunma hattı oluşturmaktı. Ancak planlarını gerçekleştiremeden, 1223 yılında neredeyse bütün haçlı kuvvetleri bölgeden ayrıldı. Prusyalılıar Chelmno'yu yakıp yıktı ve Dük I. Konrad'ın Plock'a kaçmasına neden oldular. Paganlar Danzig'e (Gdansk) kadar ilerlemişlerdi.
Bütün bu olaylar neticesinde I. Konrad, Töton Tarikatından yardım istedi. Aslında gücü zaten azalmış olan Töton Şövalyelerinin küçük bir birliği bile buraya göndermes büyük riskti. V. Haçlı Seferi başarısız olmuştu ve haçlıların bir çoğu bunun nedeninin Kutsal Roma-Cermen İmparatoru'nun sefere katılmamasına bağlıyordu. Baskılara dayanamayan II. Frederick haçlı görevini 1226 veya 1227 yılında yerine getireceğine söz vermişti.
13. yüzyılda Prusyalı klanlar |
Eğer von Salza kuvvetlerinin tümünü planlanan bu haçlı seferine kadar saklarsa ve imparatorun seferinde tüm gücüyle ona yardım ederse çok daha karlı çıkabilirdi. İmparatora ne kadar yardım ederlerse, tarikatın gücünün o kadar artacağının farkındaydı. Tarikattaki herkes buradaki çıkarın ne kadar büyük olacağını anlamıştı. Çok az kimse bir başka Doğu Avrupa ülkesine gidip, yerel düklerin ve kralların emri altında çalışmaya gönüllüydü. Ama Hermann von Salza büyük düşünüyordu. Hareketlerinden anlıyoruz ki onun tarikat için istediği, her haçlı seferinde kutsal topraklara koşmak, sefer bittiğindeyse ortada yurtsuz kalmak değildi.
İMPARATORUN SEFERİ
II. Friedrich |
Haçlı seferini daha önce erteletmiş olan İmparator II. Frederick, ordusuyla 1227 yazında Brindisi, İtalya'dan yelken açtı. Ancak henüz hedefine varamadan ordusunda salgın hastalık baş gösterdi ve geri dönmek zorunda kaldı. Yanındaki, en güvendiği dostlarından biri olan von Salza bile geri dönmesini tavsiye etmişti. Ancak geri döndüğünde tatsız bir sürpriz onu bekliyordu. Papa, imparatoru aforoz etmişti. Nedeni ise verdiği sözde durmamasıydı.
1228 yılının haziran ayında II. Friedrich tekrar kutsal topraklara yelken açtı. Fakat bu hareketi de papa tarafından provokasyon olarak nitelendirildi çünkü aforoz edilmiş bir kralın/imparatorun haçlı seferine çıkması absürd bir durumdu. Bu nedenle ikinci kez aforoz edildi. İmparator eylül ayında Akka'ya çıktı. Fakat aradığı desteği hiçbir hıristiyandan bulamadı. Hospitaller ve Tapınak Şövalyeleri, aforoz edildiği için kendisine yardım etmekten çekindi. Bu durum imparatoru Töton Şövalyeleri ile yakınlaştırdı.
Ama ne kadar yardım alamamış olsa da, Akka'da bir hıristiyan ordusu olduğu gerçeği değişmemişti. Eyyubi sultanı El-Kamil o sırada Mezopotamya ve Suriye'deki akrabaları ile olası bir savaşın eşiğindeydi ve bir haçlı ordusuyla savaşmaya niyeti yoktu. Bu nedenle iki lider anlaşma yoluna gitti. Bu yolla Beytüllahim, Nasıra ve Kudüs ile kısa bir sahil şeridi Kudüs Krallığı'na geri verildi. Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs-Sahra müslümanların kontrolünde kaldı. Kudüs şehri tahkimatsız bırakıldı. Haçlıların birçoğu ve Töton'lar dışındaki haçlı tarikatları bu antlaşmayı II. Friedrich'in güç ve Kudüs tacını geri kazanmak için imzaladığını düşünerek imparatorla aralarını açtılar. İmparator, 18 Mart 1229 tarihinde Kudüs Kralı olarak taç giydi.
Bütün bunlar olurken Töton Şövalyeleri de işin içindeydi tabi ki. Papa, imparatora olan yardımlarından ötürü bu tarikatı da aforoz etmişti. Ancak kazananın yanında olmak tarikatı daha karlı çıkarmıştı. Sefer sonucunda beklenmedik yoldan kan dökmeksizin başarı elde eden imparator, Akka'dan alınacak geçiş ücretlerinin tamamının tarikata ait olmasına karar verdi. Ancak von Salza tarikatın sadece imparator ve ordusu bölgedeyken rahat rahat yaşayabileceğini biliyordu. Bu nedenle, papa taraftarlarının hışmını üstüne çekmemek için 1229 yılı bitmeden bölgeden ayrılarak Avrupa'ya geri döndü. Döner dönmez de diplomasi yeteneklerini kullanarak tarikatı üzerindeki aforozu kaldırttı.
Tüm bu olanlar, von Salza'nın tarikatı sadece kutsal topraklarda görev alacak bir birlik haline getirme hevesini yıktı. Dük Konrad'ın geçmişteki yarım talebi kabul edildi. Bunun üzerine 14 Alman şövalye bölgeye gönderildi. İlk olarak Cedlitz, ardından tamamlanmasına müteakip Dobrin kalesi bu şövalyelere tahsis edildi. von Salza ile Konrad arasındaki görüşülen ve kabul edilen koşullar, Macaristan'dakilerle aynıydı. Bu kadar az şövalyenin gönüllü olmasının nedeniyse koşullar değil, geçmişteki hatanın tekrarlanmasının istenmiyor oluşuydu. Ancak von Salza'nın ileri görüşlülüğü bir kez daha kendisini gösterdi. Zira 1231 yılında kutsal topraklarda çok az sayıda haçlı birliği kalmıştı. 1244 yılında ise Kudüs müslümanların eline geçmiş olacaktı.
von Salza Rimini duyurusuyla istediğini alsa da acele etmedi. 1230 yılında Lehler ile Kruszwica Antlaşmasını imzaladı. Buna göre tarikat Culmerland bölgesini ve daha sonraları ele geçirecekleri yerlerin tek sahibi olacaktı. Üstüne bir de 1234 yılında, gerekli sözleri almasına karşın ısrarlı davranarak başka bir antlaşma daha imzaladı. Buna göre Prusya bölgesine bundan böyle ele geçirilecek her toprak parçası direkt olarak Papalık'a bağlı sayılacaktı. Hermann von Salza bu sefer işi sıkı tutmaktan kaçınmamıştı.
2 yorum:
Sınav itirafları hakkında: Geç kalmış bir hasbihal 3 Yazar Ahmet Dönmez ahmetdonmez.net ...nice insanlar haksız yere ‘soru çalma’ iddiası ile gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.Neden?Eski Genelkurmay İstihbarat başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin,Youtube’daki Neyin Nesi TV’de yaptığı açıklamada:“Bu çocuklar tam da komuta kademesinin istediği çocuklar.Yani zeki,‘emredersiniz’diyor,çok fazla eleştirmiyor,her türlü görevi yapıyor.Bunların hepsi çok çalışkan insanlar olmuşlar, yani bana da deseler şimdi‘Kimleri seçeceksin?diye, onlardan seçerim.“Soru verme de orada sistematik olarak yapılan bir uygulamaydı.Kesin konuşuyorum,evet.Çünkü ‘soru çalma’ iddiaları gerçek, biliyorum.Hem “Soruları aldım” diyen hem de “Soruları verdim” diyen onlarca isimle konuştum.Dinlediklerimin doğruluğunu farklı kaynaklardan teyid ettim.Müstear adıKerem’in kastettiği vicdan azabı veren bu işler arasında soru verme de vardı.“Mesela bir arkadaş GATA’ya girecekti.Sorular verildi” diyor.Peki sorular nasıl veriliyordu?Müstear adı Polat… Bu kısmını da ondan dinleyelim: Bu soru çalma meselesiYüzde yüz canım!Ben kendim kaç tane öğrenciye verdim.İçinde olmasam ben de komplo teorisi derim.İsmi bile var bu işin: ‘Fetih okuma’. Sınav sorularını vermenin şifreli adı ‘Fetih okuma’dır.”Polat,işleyen sistemle ilgili şu tür detaylar veriyor:“Ben kendi baktığım birim için söyleyeyim. Mesela kurum içi sınavlar oluyor. Terfi sınavları. Arkadaşlardan uygun gördüğümüze diyoruzki,‘Bu sınava başvur.Şu şu kitapları al, şu testleri al, çalış’.Bunu söylerken işyerinde çalışması özellikle vurgulanır.Böylece herkes onu çalışırken görür.O sınava gireceğini herkes bilir.Hiç bir zaman kişiye,‘Sana soru vereceğiz, rahat ol, sıkıntı yok’demeyiz.Arkadaş zaten sınava hazırlanır.Sınava bir veya iki gün kala Fetih okuma olayı gerçekleşir.Sorular bize yukarıdan dijital ortamda gelir.Diyelim ki 100 soruluk sınav; A paketinde 70 tane soru, B paketinde 70 soru, C paketinde 70 soru var ama bunlar aynı 70 soru değil. Birbirinden farklı 70 soru, ki aynı şıkları işaretlemeleri tedbirsizlik olur. Sonra dijital ortamda sorular verilir.Kağıt kalem kullanmak yasaktır.Arkadaş iki-üç saat bilgisayar ortamında sorulara ve cevaplarına bakar.Yüz sorudan yetmiş tanesi moda-mod sorudur.10 tane,15 tane de kendisi yapsa başarılı bir şekilde sınavı kazanır. 100 sorunun hepsi verilmez.Çünkü hepsini doğru yapar, bu da tedbir açısından sıkıntı doğurur.Zaten baraj70’tir.Belki sorular verilmese de arkadaş kazanacak ama riske edilmiyordu. Diyelim ki oraya 30 kişi alınacaksa 30’unun da bizden olması isteniyordu.17Aralık sürecinden sonra sorular dijital gelmemeye başladı.Peki bu sorular nereden geliyordu?Polat“Başımızdaki kişiden geliyordu.Ancak sadece askeri okul sınavları değil.KPSS,TUS,YDS(Yabancı Dil Sınavı) da geliyordu.ALES de geliyordu.Hepsi geliyordu.ÖSYM’nin yaptığı sınavların soruları da geliyordu.Ben konumum itibariyle bunların hepsini bilgi ile söylüyorum size.”cevabını veriyor.Müstear adı Halil“Ben bu göreve gelince hep merak ettiğim, ‘soru çalma’ şayialarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek istedim.Eskiden beri bu hizmetlerde bulunan bir arkadaşla yürürken,‘Sınav soruları meselesinin de amma suyu çıktı ha!’ dedim.Arkadaş beni o birimde eski zannetti ve dedi ki, ‘Hocam eskiden biz sinevizyondan yansıtır yemin ettirirdik, şimdi ise sorular elden ele dolaşmaya başladı’Ben meseleyi biraz daha kurcalayınca arkadaş dedi ki, ’17-25’ten sonraki yıl bile falanca sınavda bu iş devam etti. Bazı branşlarda 12-13 yıldır, bazılarında 7-8 yıldır soruları veriyoruz.’ diye anlattı.Meğer yıllardır bu iş yapılıyormuş.Başımızdaki arkadaş bana dedi ki,‘Abi bunlar konjoktürel şeyler.Türkiye’nin gerçekleri bunlar.Abiler mutlaka Hocaefendi’nin onayını almışlardır.’Bu son 4 yılda soru aldığını ve verdiğini bizzat söyleyen onlarca kişi ile konuştum.Tanıdığım bir aile, bu soru çalma mevzuundan dolayı travma yaşıyor.Başından beri iddiaların gerçeği yansıtmadığını savunan bu aile, geçtiğimiz günlerde kendi oğullarının,“Biliyor musunuz, polis akademisi sınavlarının soruları bana verilmişti” itirafı ile sarsıldı.
Yorum Gönder